Bir önceki sayfaya geri dönmek için buraya tıklayın! Sayfayı yazdırmak için tıklayın!
 
 
TÜKETİCİ HAKLARI DERNEĞİ - YAZILARIMIZ - MAKALELER
 

Barınma Toprak ve Tüketici Hakları İlişkisi

Barınma hakkı en temel insan hakkı, aynı zamanda tüketici hakkıdır.

Anayasamızın konut hakkı başlıklı 57. maddesinde “ Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” denilmektedir.

Barınma ya da konut sorunu, bir çok boyutu olan ve her toplumu ilgilendiren temel sorunların başında gelir. Bu sorunun toprak, su kentleşme, çevre, göç, rant, tüketici hakları ve diğer yönlerden soyutlanarak ele alınması yanlış olur.

Bir bireyin ya da toplumun geleceği açısından konut ya da barınma sorununun doğru çözümü doğru yer seçimini gerektirir. Doğru yer seçimi demek birinci ve ikinci sınıf tarım topraklarının kullandırılmamasını ve korunmasını gerektirir. Doğru yer seçimi, aynı zamanda çevre sorunu yaratmayacak ( bitki örtüsü, su ve hava kirliliği yaratmayacak ) bir şekilde olmalıdır. Bununla birlikte yerleşim yeri çevredeki kirliliklerden etkilenmeyecek şekilde belirlenmelidir.

Doğru yer seçimi doğru kentleşmesinin ön koşullarından birisidir.

Çevrenin sağlıklı olması da toprak, su, hava, bitki örtüsüne zarar vermeyecek, tam tersine bu unsurları koruyacak doğru ve sağlıklı kentleşmeden geçer.

Çağımızda bireyin ya da toplumun sağlıklı olmasının en önemli koşulları ise sağlıklı bir çevre ve sağlıklı bir kentleşmedir.

İnsanlığın ve toplumların var olabilmesinin, varlıklarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesinin en temel ve en önemli koşulu yaşam kaynağımız olan toprak, su, biyoçeşitlilik ve soluduğumuz havaya zarar vermeyecek şekilde barınmamızı, kentleşmemizi ve diğer etkinliklerimizi gerçekleştirebilmektir.

Tüketicilerin evrensel haklarından olan temel gereksinimlerin giderilmesi hakkı, sağlık ve güvenlik hakkı, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına uygun olarak barınma sorununun çözümü ve kentleşme de bunu gerektirir.

Bu anlamda, barınma ya da konut sorununun doğru çözümü sağlıklı kentleşme ve toprağın, biyoçeşitliliğin, suyun, havanın korunması ile sağlanabilir. Bunun için de sağlıklı ve doğru planlama yapılması bir zorunluluktur. Anayasamızın 57.maddesi de bunu belirtmektedir.

Bu anlattıklarım ve söylediklerim, günümüzde bir çok kişiye ütopik gelebilir. Günümüzde ve özellikle de ülkemizde barınma sorununa, ağırlaşmış çevresel ve kentsel sorunlara baktığımızda zaten yanlış bir anlayışın ve politikanın varlığını görüyor, bu sorunları tüketici ve toplum olarak yaşıyoruz.

Zamanında gerekli önlemlerin alınmaması, yasal yetersizlikler ve boşluklar, var olan yasaların uygulanmaması, siyasi ranta dönük çıkar anlayışının bugüne kadar ve bugün belirleyici olması ülkemizdeki konut sorununun, çarpık kentleşmenin, toprakların, biyoçeşitliliğin, suyun, havanın zarar görmesinin, kirlenmesinin en önemli nedenidir. Aslında, son yıllardaki siyasi anlayış, düzenlenen yasalar, talan ekonomisi yaşanan sorunların daha da büyümesine ve hızlanmasına neden olmuş ve olacaktır.

SİSTEM – SORUN – RANT KISIR DÖNGÜSÜ

Bugün ülkemizde ne görüyoruz, ne yaşıyoruz ? Kırsal kesime destek verilmemesi, ihmal edilmesi, özellikle de Doğu, Güneydoğu, Karadeniz Bölgelerinin geri bıraktırılması, yatırımsızlık, bu bölgelerdeki yurttaşların İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlere göç etmesine neden olmuştur. Bu göçün uygulanan vurguncu ve soyguncu politikalarla teşvik edilmesi sonucunda bu kentlerin kenar kesimlerinde yığılmalara, plansız, sağlıksız yapılanmalara, gecekondulaşmaya neden olunmuştur.

Dar gelirli ve yoksul insanların konut açığı ve talebi parasal ve siyasi rantçıların, fırsatçı müteahhit ve inşaatçıların, diğer çıkar gruplarının iştahını kabartmıştır. Bu çıkar grupları ve çevreleri ile siyasi partilerin bütünleşmesi sonucunda sistem kendini üretmeye, palazlandırmaya başlamış ve hızla da sürdürmeye devam etmektedir.

Bunun sonucunda neler olmuş ve olmaktadır, Üç büyük kentimiz başta olmak üzere göç alan ve almakta olan kentlerimiz aşırı ve plansız bir şekilde şişirilmiş ve şişirilmeye devam etmektedir. Konut sahibi olmak isteyen dar gelirli ve yoksul tüketiciler sömürülmüş ve sömürülmeye devam etmektedir. Gecekondulaşmaya neden olunmuştur. Kentler çarpıklaşmış ve çirkinleşmiştir. Birinci ve ikinci sınıf tarım toprakları üzerindeki yapılaşmayla bu topraklar yok edilmiştir. Biyoçeşitliliğe ve bitki örtüsüne ya zarar verilmiş ya da yok edilmiştir.

Tarihi ve kültürel mirasa zarar verilmiştir. Su ve hava kirletilmiştir. Gecekondu ve varoşlarda yaşayan dar gelirli ve yoksul tüketiciler oy deposu görülerek kendilerine yardım adı altında ekmek, yiyecek, kömür gibi ihtiyaç maddeleri dağıtılmaya başlanmıştır. İnsan onuru ve tüketici haklarına uygun olmayacak şekilde bir sadaka ekonomisi ve politikası yaratılarak milyonlarca yurttaşın işsiz, yoksul ve dar gelirli kalması teşvik edilmiş ve edilmektedir. Diğer taraftan da yoğun ve yaygın şekilde bu insanların kaderci bir anlayışla beyinleri yıkanmaya çalışılmaktadır. Kısaca halkın yoksulluğu ve eğimsizliğinden siyasi rant elde edilmesine yönelik bir sistem kurulmuştur.

Plansızlık, keyfilik, denetimsizlik, yasa tanımazlık, siyasi ve ekonomik rant anlayışı göç olgusu ile de birleşince aşırı şekilde nüfusu artan kentlerde su, ulaşım, enerji, yakıt iletişim gibi en temel kamusal hizmetlere olan talep arttığından bu konularda yaşanan sorunların da artmasına neden olunmuştur. Örneğin, su sorunu özellikle de Ankara, İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde en temel sorun haline gelmiş ya da getirilmiştir.

Sistem bilinçli olarak sorunu yaratıyor, yaratılan sorundan rant elde edilmesine yönelik politikalar uygulanmaya konuluyor. Ankara’nın su sorununun bilinçli olarak yaratılması, daha sonra yaratılan sorunun rant aracı olarak kullanılmaya çalışılması buna örnektir. ( tankerlerle bahçe sulama suyunun aşırı fiyatla satılması, damacana su pazarı ile birlikte damacana su fiyatlarının artışı vb...) Uygun görülmediği halde Kızılırmak suyu projesinin ön plana alınması, onun arkasından Gerede sistemine başlanacak olması da bu anlayışın göstergeleridir.

Konutların standartlara ve teknik mevzuata uygun olmayan malzeme ile ve tasarımla yapılması, 1.sınıf deprem kuşağında olan ülkemizde depremler sonucunda onbinlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olunması çok önemli başka bir güvenlik sorunudur.

Olayın en üzücü ve insanlık dışı tarafı ise her deprem sonrasında belirli kişilerin zengin olması ya da zenginliğinin artmasıdır. Ancak, ilgili yöneticilerin, yetkililerin ve toplumun bu durumdan ders çıkarmamış olması daha da üzücüdür.

Toplam 3225 belediye içerisinde 2000 verilerine göre; içme suyu arıtma sistemi olan belediye sayısı 143, atıksu arıtma tesisi olan belediye sayısı 129, kanalizasyon şebekesi olan belediye sayısı ise 314’tür.

Diğer taraftan, kent çevresinde ya da uzağındaki fabrikaların büyük bir çoğunluğunda katı, sıvı, gaz ve kimyasal atıkları arıtacak sistemler ya kurulmamış ya da kurulanlar doğru dürüst çalışmamaktadır. Bunun sonucunda da toprak, su, hava ve bitki örtüsü kirlenmekte, kentte ya da kırsal kesimde yaşayan insanlar bu durumdan doğrudan ya da dolayı olarak olumsuz yönde etkilenmektedir.

Görülüyor ki plansız, yanlış ya da bilinçli siyasi tercihler sonucundaki çarpık ve sağlıksız yapılaşmaların, kentleşmelerin sonucunda en temel hizmetler yeterince sağlanamadığı için evsel atıklar, sanayi atıkları nedeniyle toprak, su, hava ve bitki örtüsü yok edilmekte, kirlenmekte ve kirletilmekte, tüketicilerin ve çevrenin sağlık ve güvenliği tehlike altına sokulmaktadır.

Yaratılan sağlık sorunları nedeniyle sağlık sektörü de kârına kâr katmaktadır.

Vurguncu ve vahşi kapitalist sistem Türkiye de çok güzel işletilmektedir. Önce sistemi oluştur!.. Sistem sorun yaratsın!.. Yaratılan sorunu ranta dönüştür!.. Bu gidiş nereye kadar !.. galiba sona doğru yaklaşmaktayız !


Turhan ÇAKAR
Tüketici Hakları Derneği
Genel Başkanı